Barış Hakan Karayavuzoğlu
Murathan Mungan, 2023 yılında yayımlanan son romanı ‘995 Km’ ile Türkçe edebiyatta farklı bir polisiye denemesine imza atıyor. Roman, 1990’lı yıllarda Diyarbakır’da işlenen bir faili meçhul cinayetin ardından, katilin Diyarbakır’dan Antalya’ya yaptığı 995 kilometrelik yolculuğu anlatıyor. Romanın türü, yayınevinin kapak yazısında belirttiği gibi, “kara polisiye”. Kara polisiye, polisiye edebiyatının alt türüdür. Kara polisiye romanlarda suçun çözümüne odaklanmak yerine, suçun toplumsal ve psikolojik nedenleri, suçlunun karakteri ve motivasyonu, suçun etkilediği insanlar ve ortam gibi unsurlar ön plana çıkar. Mungan, bu türü kullanarak Kürt sorununu, faili meçhul cinayetleri, isimsiz başkahramanı ve devletin rolünü ele alıyor. Edebiyatımızda ender rastlanan, beklenmedik bir başkahramanın anlatıları ve gözlemleriyle, yaşanmışlıklarıyla ülkenin karanlık bir dönemini anlatıyor. Mungan, karanlık bir bölgeden başkahraman aracılığıyla bir ışık yakalıyor ve okuru bu ışıkla aydınlatmaya çalışıyor.
Roman; tesadüfi olmayan, önceden planlanmış ve eğitilmiş bir oyunun kurallarına göre ilerleyen, siyasi ve psikolojik bir anlatı. ‘995 Km’, devletin içindeki karanlık unsurların, bölgedeki örgütlerle nasıl ilişki kurduğunu, görünenin ardındaki gizli gücün nasıl işlediğini ve bu gücün bireyler üzerindeki etkisini anlatıyor. Mungan, isimsiz bir katilin gözünden olayları aktarırken hem siyasi hem de psikolojik bir anlatım sunuyor. Anlatıcı, romanında, ülkenin yakın tarihine ve toplumsal yapısına panoramik bir bakış sunarken, okuru da katilin ruhunun derinliklerine götürüyor.
TETİKÇİNİN DİYARBAKIR’DAN ANTALYA’YA UZANAN 995 KM’LİK YOLCULUĞU
Romanın başladığı kent olan Diyarbakır, Kürt sorununun merkezi olarak görülüyor. Romanın baş kahramanı, devletin resmi ve gayri resmi istihbarat örgütleriyle bağlantılı olan, kimliği belirsiz bir katil. Bu isimsizlik, hem karakterin ötekileştirilmişliğini ve kimliksizliğini hem de onunla kurulan isim-eser ilişkisinin derinliğini vurguluyor. Roman, tetikçinin Kürt aydın Samet Baran’ı öldürmesiyle başlıyor. Samet Baran, 1992 yılında öldürülen Musa Anter’in kurgusal bir yansıması olarak da okunabilir. Katil, cinayetten sonra Diyarbakır’dan kaçarken, bölgede yaşanan diğer faili meçhul cinayetlerin de ipuçlarını veriyor. Örneğin, Antalya’ya giderken uğradığı Mersin’de, Kürt bir iş adamının öldürüldüğünü duyuyor. Katil, cinayetleri işlerken, kendisini “davasına” inanmış biri olarak gösteriyor. Ancak, roman ilerledikçe, katilin davasının ne olduğu, kimin emriyle hareket ettiği, hangi örgütle bağlantılı olduğu gibi sorular da gündeme geliyor. Roman, tetikçinin Diyarbakır’dan Antalya’ya kadar uzanan 995 kilometrelik yolculuğunda, kendisine verilen faili meçhul cinayetleri işlerken hem kendi kimliği ve yazgısını hem de ülkenin siyasi ve toplumsal gerçeklerini aktarıyor. “Türkiye benim okuduğum, bildiğim tüm romanları aşıyor” (s 211) cümlesinde ifade edilen, baş kahramanın deneyimleri aracılığıyla ülkenin ve kara bölgenin karmaşık geçmişine dair derinlemesine bir bakış sunulduğudur. Baş kahramanın yaşadığı olaylar, sadece bireysel bir hikayeyi anlatmakla kalmayıp aynı zamanda geniş bir tarihsel ve toplumsal bağlam içinde değerlendirilmekte. Yazar, bu karakter üzerinden ülkenin tarihini ve bölgesel dinamiklerini anlama çabasına vurgu yaparak, okuyucuya daha geniş bir perspektif sunuyor.
Roman, isimsiz başkahramanı ile de Türkçe edebiyatta farklı bir polisiye denemesi yapıyor. Roman boyunca, katilin bir ismi, kimliği, geçmişi, ailesi, arkadaşı olmadığı anlaşılıyor. Romanın 34. sayfasında baş kahramanı tanımlarken şöyle bir ifade var: “Bedeninin içinde bir yabancı gibi yaşıyor.” Bu tanımlama ülke içinde geçerli bunca ölüm, katliam varken bu ülkede yabancı gibi yaşayan azımsanmayacak bir kitle var. Katil, sadece bir numara, kod, silah olarak tanımlanıyor. Öte yandan romanın diğer karakterleri de isimsiz. Hoca, Eğitmen, gibi lakaplarla anılıyorlar. Bu karakterler, devletin içindeki gizli bir örgütün üyeleri ya da devletin temsilcileri. Romanın isimli karakterleri ise, Nihat Astsubay, Şeker Paşa, Metin Ercan, Saim Baran vd.
‘995 Km’, devletin, bölgedeki olaylarda doğrudan veya dolaylı sorumluluğunu ortaya koyuyor. Devlet, hem katilleri hem de kurbanları yaratan hem suçu hem de cezayı belirleyen hem adaleti hem de zulmü uygulayan bir güç olarak karşımıza çıkıyor. Devlet hem kendi içinde hem de dışarıda çeşitli örgütlerle iş birliği yaparak hem kendi çıkarlarını hem de başkalarının çıkarlarını koruyan bir yapı olarak görülüyor. Devlet hem görünür hem de görünmez bir şekilde hem resmi hem de gayri resmi bir şekilde, hem yasal hem de yasa dışı bir şekilde faaliyet gösteriyor; hem kendi suçlarını hem de başkalarının suçlarını örtüyor, hem kendi karanlığını hem de başkalarının karanlığını yayıyor. Devlet hem kendi kara yüzünü hem de başkalarının kara yüzünü gösteriyor; ancak hem kendi kara kutusunu hem de başkalarının kara kutusunu açmıyor.
‘995 Km’lik yolculukta Mungan’a has bir diğer özellik de mekanlara ait anlatımlardır. Okur bu anlatımlarla kahramanın yolculuğuna eşlik ediyor. Kentleri; sokakları, bahçeleri, otogarları, camileri, hamamları, pasajları, kahvehaneleri, çay ocakları, kitapçıları, pastaneleri başkahraman ile geziyor ve yaşıyor. Öte yandan anlatı, Kürt coğrafyasında yaşanan olayları oradaki yapıları irdeleyerek gerçekliği gözler önüne seriyor. At izinin it izine karıştığı zamanlarda at iziyle it izini net bir şekilde ortaya koyuyor.
MURATHAN MUNGAN ESERLERİNDE ‘ÜÇ’ SAYISI
Romanın temel meselesi, devlet ve gayri resmi yapılar arasındaki derin ilişkilerin, faili meçhul cinayetlerin ve bunların toplumsal bellek üzerindeki etkilerinin ortaya konmasıdır. Roman, tetikçinin yaptığı eylemlerin bir gün kendisine döneceğini, yani failin bir gün mağdur olacağını gösterir. Nitekim tetikçi, çok sayıda faili meçhul cinayet işledikten sonra, kendisi de aynı şekilde öldürülür. Bu, hem yapıların birbirlerini kullanıp yok ettiğini hem de yazgının genetik mirasının kaçınılmaz olduğunu gösterir. Romanın sonunda tetikçi bir rüya gördükten sonra ölüme yaklaştığını hisseder ancak öleceğine ihtimal vermez. Namaz kılmaya başladığı sırada üç kurşunla vurulur. Üç kurşun imgesi, hem Mungan’ın eserlerinde sıklıkla kullandığı üç sayısının arka belleğine atıfta bulunmasından hem de kült sayılar içerisinde olmasından dolayı sembol görevindedir. Nitekim, Tetikçi de cinayetlerini üç kurşunla işlerken kendi ölümü de üç kurşun ile gerçekleşir. Yasal şiddet tekelini elinde bulunduran devlet yapıları, bu şiddet tekelini Kürt coğrafyasında olabildiğince kullanmıştır. Yeri geldiğinde bu şiddet tekelini kendi rızasıysa başka yapılara gönüllü olarak devretmiştir. Bu yapı da Cihadın Askerleri’dir. Tetikçinin ölümü, oyunun kurucularından biri olan ana oyuncunun da mat olması anlamına gelir. Bu, zafer sarhoşluğu içindeki galip olanların bir gün mağdur olabileceğini hissettiren bir ironidir. Roman, bu ironiyi önemli bir aktarım olarak sunar.
Devletin gizli yapılanmasından gelen bir başkahraman, devletin nasıl bir ölüm makinası haline geldiğini işlediği cinayetlerle ortaya koyuyor. Bölgedeki savaş önce devleti sonra tüm yapıları kirletmiştir. Mungan’ın bu kirlilik ve çürüme ile ilgili yazdıkları aslında hepimizin bildiği ancak dile getirmekten korktuğu gerçeklerdir.
JEM, CİHAHIN ASKERLERİ VE KÜRT HAREKETİ
‘995 Km’, tesadüfe dayalı bir olay örgüsüne sahip olmayan, önceden planlanmış, kurgulanmış ve eğitilmiş bir oyunun kurallarına göre ilerleyen bir roman. Romanın karmaşık yapısında üç ana unsur belirleyici rol oynar: JEM, Cihadın Askerleri ve adı konulmamış Kürt Hareketi. Bunların yanı sıra, gazetecilerin olaylara yaklaşımı, yorumlaması ve olaya renk katan diğer unsurlar da yardımcı öğeler olarak işlev görür. Mungan, bu romanıyla son elli yıllık Türkiye tarihindeki önemli figürlere ve olaylara da göndermeler yapar. Romanda en belirgin isimlerden biri de Gaffar Okan’dır. JEM ve Cihadın Askerleri arasındaki çıkar ilişkisinin bir ürünü olarak ortaya çıkan baş kahraman, iki tarafın da içinde yer alan ve kendisini davasına adamış bir piyon rolündedir. Olayın şah kısımlarını ise, devlet ve din adına hareket eden Cihadın Askerleri yapısı oluşturur. Bu iki yapı, kendi çıkarları ve emelleri doğrultusunda birleşmiş, aykırı ve ötekileştirici bir siyaset izlemiş ve bunun için kendi ellerini kirletmek yerine piyon görevinde askerler yetiştirmiştir.
‘995 Km’deki diğer önemli bir aktarım ise, olayların tarihsel derinliğinin gerçekle örtüşmesidir. Roman, aslında Diyarbakır’dan başlayıp Alanya’da sona eren bir olaylar zinciri olarak görünse de arka planda devlet bilincinin tezahürü vardır. Roman, Diyarbakır’da başlayarak 80’li yıllardaki iktidari anlayışın izdüşümleri olan karanlık bir atmosferden ilerler ve olaylar bunun üzerine kurgulanır. Romanın Alanya’da bitmesi, herhangi bir tarihsel olayla ilişkilendirilemese de anlatıcının daha güzel günlere ve umuda olan inancının, demokratik ve özgürlükçü bir yapıya karşı olan isteğinin bir ifadesi olarak yorumlanabilir. Mungan’ın kitabına Türkiye’nin yakın tarihi demek biraz hafif bir tanımlama oluyor, kitap Türkiye’nin kanlı ve karanlık bir tarihinin tanıklığını yapıyor.
Roman, Türkçe edebiyatta kara polisiye türünün özelliklerini kullanarak farklı bir tür olarak değerlendirilebilir. Kürt sorununu, faili meçhul cinayetleri, isimsiz başkahramanı ve devletin rolünü ele alan roman, hem gerçek hem de kurgu arasında bir köprü kuruyor. Hem tarihsel hem de güncel bir hafıza oluşturan roman, edebi ve siyasi bir metin olarak okunabilir. Yüzünde keder ve acının hiç eksik olmadığı bir halkın yaşadıkları, sadece içimizde bir acı uyandırmasın. Devletin burada yaşattığı acılar ve kederler, bizde utancı ve yüzleşme isteğini çoğaltsın. Yüzyılların nice zulmünden kalma derin bir yas duygusu yaşayan bölge halkının yasını ve acısını bitirmek, ancak bu acıyı bilmek ve anlamakla olasıdır. Murathan Mungan’ın ‘995 Km’ isimli kitabı, umarım buna vesile olur.